NE ARAMIŞTINIZ?
Türkçe İngilizce sözlükte arama yapmak için ise tıklayabilirsiniz.
Ünlem Hey! Ya! (dikkati çekme, sevinç veya hayret ünlemi).
(s)., (i). kır, ak, ağarmış; eski; ihtiyar, yaşlı; saygıdeğer; (i). eskilik; yaşlılık; kırağı. hoarfrost (i). kırağı.
(i)., (f). biriktirilmiş şey, saklanmış mal; (f). biriktirmek, stok etmek, istif etmek. hoarder (i). biriktirip saklayan kimse, istifçi.
(i). istifçilik; (ing). muvakkat tahta perde.
(bak). horehound.
(s). boğuk, kısık; boğuk sesli. hoarsely (z). boğuk sesle. hoarseness (i). boğuk seslilik.
(s). kır, ak, ağarmış, kır düşmüş; eski; saygıdeğer. hoariness (i). ak düşmüş olma; eskilik.
(i)., (f). şaka, latife; hile, oyun; (f). aldatmak, oyun etmek, slang işletmek.
(i). (cin). play hob with karmakarışık etmek, altüst etmek. raise hob yaramazlık etmek.
(i). ocak yanı çıkıntısı; bazı oyunlarda hedef kazığı.
(f)., (i). topallamak, aksayarak yürümek, seke seke dolaşmak; bukağı vurmak, kösteklemek; topal etmek; (i). topallama, aksama; bukağı, köstek; müşkülat, dert; ayakbağı, engel. hobble skirt dar etek.
(i). hantal ve beceriksiz delikanlı.
(i). merak, zevk için yapılan uğraş. ride a hobby aşırı bir meraka sahip olmak.
(i). şahin, delice doğan, (zool). Falco subbuteo.
(i). sallanan oyuncak at; çocuğun at diye bindiği değnek; bir kimsenin merakla takip ettiği konu veya iş.
(i). ifrit, gulyabani; gerçeksiz korku.
(i). iri başlı kısa çivi, ayakkabının altınaa vurulan iri başlı çivi, kabara.
(f). (bed, bing) arkadaşlık etmek, sıkıfıkı olmak; beraberce içip eğlenmek.
i (çog hobos veya hoboes) gezici rençper; serseri kimse, aylak kimse, boş gezenin boş kalfası.
'ya bu ya hiç', şeklinde bir şık.
(i)., (f)., (A.B.D)., (k).dili rehin; (f). rehine koymak. in hock rehinde; (k).dili hapiste; borçlu.
(i)., (f). at gibi hayvanların içdizi; (f). topal etmek (at).
(i). Ren şarabı, beyaz Alman şarabı.
(i). hokey oyunu; hokey sopası.
(i). rehinci dükkanı.
(f). aldatmak; sarhoş etmek, sersemletmek; içine uyuşturucu madde katmak (içki).
(i). sihirbazın sözleri; göz boyayıcı hareketler, hokus pokus; hokkabazlık, hile.
(i). sırtta tuğla veya harç taşımaya mahsus uzun saplı bir çeşit tekne; sobanın yannıda bulundurulan kömür kovası.
(i). şayak, aba, kalın yünlü kumaş.
(i). karmakarışık şey; türlü yemeği.
(i)., (f) çapa, bahçıvan çapası; (f). çapalamak, çapa kullanmak.
(i).,(A.B.D).,(k).dili halkoyunları gecesi, folklor programı; halk müziği.
(f). (ged, ging) argo açgözIülükle kapmak; domuz sırtı gibi kavisli yapmak; atın yelesini kırkmak; (den). kamburlaşmak (gemi omurgası).
(i). büyük domuz, ehlileştirilmiş domuz; (k).dili obur ve pis kimse, açgözlü kimse. hog wild (A.B.D)., argo çılgın. go the whole hog bir işi tam yapmak. Iow on the hog hesaplı olarak, fazla masraf yapmadan. road hog arabasıyle lüzumundan fazla yer işgal eden dikkatsiz şöför.
(i)., (jeol). domuz sırtı tepe.
(i). baş kısmı domuza benzeyen bir balık.
(s). domuz gibi; açgözlü, arsız. hoggishly (z). arsızca. hoggishness (i). arsızlık, açgözlülük; pis oluş.
(i). büyük fıçı; 238 litrelik oylum öIçü birimi.
(f). (tied, tying veya tieing) el ve ayakları beraber bağlamak; (k).dili (bir kimseyi) aciz bir durumda bırakmak.
(i). domuzlara yedirilecek mutfak artıkları; değersiz şey; slang atmasyon.
(f)., (k).dili aniden manevra yapmak (uçak).
avam, ayaktakımı.
(f). (ed, eski hoist) (i). yukarı kaldırmak, yukarı çıkarmak, yükseltmek; (i). bir sancağın yüksekliği; ağır yük asansörü. be hoist with veya by one's own petard kendi kazdığı çukura düşmek, kendi kuyusunu kazmak, kendi planının kurbanı olmak.
(s)., ünlem düşüncesiz; kibirli, kendini beğenmiş; ünlem Maşallah ! (hoşnutsuzlukla karışık hayret ünlemi).
(i)., (bak). hocus-pocus; sokakta satılan dondurma.
(i)., (A.B.D)., argo seyircinin ilgisini çekmek için baş vurulan oyunlar; saçmalık.
(f). (held) (i). tutmak; bırakmamak, zapt etmek; içine almak, istiap etmek; alıkoymak, salıvermemek, durdurmak; sahip olmak, malik olmak, elinde tutmak; devam ettirmek; inanmak, kabul ve tasdik etmek; devam etmek, iltizam etmek; mecbur etmek; yapışmak; dayanmak, sabit olmak; sadık olmak: değişmemek; devam etmek, arkası kesilmemek, ilerlemek; doğru kalmak; durmak; (i). tutma, tutuş; tutacak şey veya yer, tutamak; sığınacak yer, destek, dayanak noktası, istinatgah; hapishane; nüfuz, hüküm; (müz). uzatma işareti. hold a thing over one bir şey ile durmadan tehdit etmek. hold aloof uzak durmak, yaklasmamak, ilişki kurmamak. hold at bay arada mesafe blrakmak, yaklaştırmamak. hold back zapt etmek; kendini tutmak, çekinmek. hold by (k).dili tutmak, inanmak. hold down (k).dili yurütmek (bir işi); tutunmak, koyvermemek, elden çıkarmamak. hold forth nutuk söylemek, uzun uzadıya açıklamak. hold good geçerli olmak; değerini korumak. hold in tutmak, zapt etmek; kendini tutmak. hold in esteem saymak, saygı göstermek, hürmet etmek. hold off uzakta tutmak, araya mesafe koymak; gecikmek. hold on devam etmek, süregelmek; tutup düşürmemek. Hold on ! (k).dili Dur! Bekle! hold one's ground durumunu muhafaza etmek, yerini korumak. hold one's head high eğilmemek, başını diktutmak, mağlup olmamak; yüzü olmak. hold one's own geri gitmemek, ayak diremek, mevkiini muhafaza etmek. hold one's peace veya tongue dilini tutmak konuşmamak. hold out dayanmak; ileri sürmek; tahammül etmek; yetmek; ayak diremek. hold out on one birinden gizlemek. hold over ertelemek, tehir etmek; belirli bir süreden fazla devam etmek; tehdit etmek. hold together bir arada tutmak; ayrılmamak; hakikate uygun görünmek, tutarlı olmak (ifade). hold up tutmak, yardımda bulunmak, korumak; arzetmek, göstermek, teşhir etmek; durdurmak, engel olmak; yolunu kesip soymak. hold water su kaldırmak; (k).dili geçerli olmak, makul olmak. hold with aynı fikirde olmak, (bir kimseyi) tasdik etmek. Hold your horses! (k).dili Dur, bekle!
(i). gemi ambarı; geminin iç tarafı.
(i). engel, mania.
(i). tutan şey; kulp, tutamak, tutamaç; (huk). hamil, sahip; kiracı.
(i). tutma aleti.
(i)., (s). tutma; kira ile tutulmuş arazi; spot engelleme; (gen). (çoğ). mal, mülk ve tahvil gibi eldeki değerler, edinç; (s). tutan, elinde bulunduran. holding company holding şirketi. holding pattern (hav). havaalanına inmeye izin beklerken uçağın izlediği uçuş yolu.
(i)., (k).dili süresi uzatılmış herhangi bir şey veya kimse.
(i). durdurma; gecikme; engel; yolunu kesip soyma, tabanca tehdidiyle soyma; yolun kapanması; (k).dili müşteriden fazla para isteme.
(i)., (f). delik; boşluk; çukur; magara, in; in gibi yer; hücre; karanlık ve pisyer; kusur; (k).dili güç durum, zorluk; (f). delik açmak; iki maden damarını birleştirmek için dehliz açmak. hole out golfta topu deliğe düşürmek. hole up saklanmak; dünyadan çekilmek. a swimming hole çay veya ırmakta yüzmeye elverişli yer. The money is burning a hole in my pocket. Para batıyor bana. Harcamak istiyorum. crawl into one's hole köşesine çekilmek; utanmak. in a hole müşkül mevkide, güç durumda. in the hole (k).dili borçlu; para kaybetmiş durumda. make a hole in büyük bir kısmını sarfetmek. pick holes in kusur bulmak, ince eleyip sık dokumak. square peg in a round hole mevkiine uygun olmayan kimse. holey (s). delikli.
(i). tatil; bayram veya yortu günü. holiday clothes bayramlık elbise. Iegal holiday resmi tatil günü. Roman holiday katılanların zaranna olan eğlence.
(s)., (k).dili tepeden bakan, kibirli.
(i). kutsiyet. His All Ho liness, His Holiness Mukaddes Peder (Papaya verilen unvan), Papa Cenapları.
(i). Hollanda, Felemenk. Hollander (i). Hollandalı, Felemenkli.
(i). bir nevi cin (içki).
(f)., (i)., (A.B.D)., (k).dili bağırmak, haykırmak, çağırmak; (i). bağırış, haykırış.
(s). içi boş, oyuk; çukur, derin, çökük; yankı yapan, boşluktan gelen (ses); yalan, sahte, aldatıcı, riyakâr; aç. hollow pretense gösteriş, samimiyetsizlik. hollow victory bir şeye yaramayan zafer, boş başarı. beat him hollow mahvetmek, tam bir yenilgiye uğratmak. hollowly (z). boş bir şekilde; sahtelikle. hollowness (i). boşluk, oyuk veya çukur oluş; sahtelik, aldatıcılık.
(i)., (f). oyuk yer, çukur; dere; (f). oymak, içini oymak, çukur açmak; oyulmak.
(s). gözleri çukura kaçmış.
(s). vefasız, riyakâr, güvenilmez.
(i). özellikle gümüş kap veya kâse.
(i). çobanpüskülü, (bot). Ilex aqui folium.
(i). gülhatmi, (bot). Althaea rosea.
(i). Hollywood.
(i). nehir veya göl ortasırdaki adacık; (ing). nehir kenarında bulunan düz çayır.
(i)., holm oak pırnal, (bot). Quercus ilex.
önek tüm, bütün.
(i). özellikle yangın yüzünden birçok kimse ve şeyin mahvolması; ateşte yakılan kurban. the Holocaust Nazilerin yaptıklan Musevi Katliamı.
(i). biri etkilenmiş ve diğeri tabii olan iki laser ışınının çarpıştırılması sonucu meydana gelen ve üç boyutlu resim verebilen negatif.
(s)., (i). tamamı imza sahibinin eliyle yazılmış (belge).
sinir iletilerinin beynin bütünü tarafından algılandığı kuramı.
(i). denizhıyarı.
(f)., eski helped.
(i). meşin tabancalık.
(s). kutsal, mukaddes, kutsi, mübarek. Holy Father Papa. Holy Ghost, Holy Spirit Ruhulkudüs. Holy Grail (bak). Grail Holy LHnd Mukaddes Diyar, Filistin. holy of holies Musevi tapınaının en iç kısmı; kutsal olan herhangi bir yer. Holy Office Katolik kilisesine ait resmi bir daire, eskiden Engizisyon. holy orders takdis merasimi; rahiplik mertebesi. Holy Roman Empire Kutsal Roma imparatorluğu. Holy Scripture Kitabl Mukaddes. holy terror argo korkunç kimse, dehşet saçan sert kimse. holy water Katolik ve Ortodoks kiliselerinde bulunan takdis olunmuş su. Holy Week paskalyadan evvelki hafta. Holy Writ Kitabı Mukaddes. take holy orders papaz olmak için kilisece takdis edilmek. holy of ho lies en kutsal yer.
(i)., holyday yortu.
(i)., (f). Malta taşı, bir çeşit yumuşak kumtaşı; (f). bu taşla temizlemek (gemi güvertesi).
(i). biat, hükümdara karşı sadakat yemini etme; tazim, hürmet, riayet. homager (i). biat eden kimse.
(i)., (A.B.D)., argo adam.
(i)., (s)., (z). ev, aile ocağı, yuva, mesken; vatan, yurt, memleket; bulunulan yer; melce, sığınak; bazı oyunlarda hedef; (s). eve ait, eve mahsus; (ing). içişlerine ait; yüreğe işleyen, derin; oyunlarda hedefe ait; (z). eve doğru; evde; işin iç yüzüne veya insanın vicdanına dokunarak, tam yerine. home base beysbol ev kalesi; (den). anayurt üssü; merkez. home consumption dahili istihlâk; yurt içinde tüketilen maddeler. home economics ev bilgisi, ev bilgisi öğretimi. home office idare merkezi; (b.h)., (ing). içişleri Bakanlığı. home port demirleme limanı. home room (talebelerin sınıftan sınıfa dolaştıkları okullarda) esas dershane; bu sınıftaki öğrenciler. home rule muhtariyet, özerklik, bir eyaletin bağımsız olarak idare edilmesi. Home Secretary (ing). içişleri Bakanı. home trade (ing). iç ticaret. at home evde, kendi evinde; memleketinde; alışkın; kabul günü. come home to çok etkilemek; farkına varmak. feel at home kendini rahat hissetmek, yadırgamamak. Make yourself at home. Kendi evinizde imiş gibi hareket edin; rahatınıza bakın.
(f). bir hedefe doğru gitmek; bir hedefe doğru rota tayin etmek (roket, bomba, mermi); yerleştirmek, iskân etmek.
i. evde oturmayı tercih eden kimse.
s. eve doğru giden; vatana dönmekte olan, kendi limanına doğru seyreden (gemi).
s. yerli, evde yetiştirilmiş, evde büyümüş, ehli; kaba, yontulmamış.
i. evde yapılan içki.
i. eve veya memlekete dönüş; mezunlar günü.
i. yakın akrabalar.
i. ana vatan, yurt, memleket.
s. evsiz barksız.
ev gibi, rahat, cana yakın.
s. eve yakışır; basit, sade, süssüz, gösterişsiz; A.B.D kaba saba, çirkin. homeliness i., İng. basitlik, sadelik, gösterişsizlik.
s. evde yapılmış, dışarıdan alınmamış.
i. ev kadını.
homoeopath i., tıb. hastalığı benzeri ile tedavi eden doktor. homeopath'ic s. benzeri ile tedavi olunan hastalığa ait. homeop'athist i. hastalığı benzeri ile tedavi usulüne inanan kimse veya bu usul ile tedavi eden doktor. hcmeop'athy i. bu şekilde tedavi usulü veya kuramı.
i. yuvasına dönen güvercin; beysbol tam kale koşusu.
i. eski Yunan şairi Homer (Omiros).
s. Homer ve şiirlerine ait. Homeric laughter kah kaha.
s. vatan veya ev hasreti çeken. homesickness i. sıla hastalığı.
s., i. evde dokunmuş; saf, temiz kalpli; i. evde dokunmuş kumaş.
i. ev ve müştemilâtı, malikane; çiftlik ve müştemilâtı.
i. yanşta hedefe yakın olan düzlük yer; bir yolun son kısmı.
s., z. eve doğru olan, eve doğru giden; z. eve doğru, vatana doğru. homeward bound evine veya memleketine dönmekte olan.
i. ödev, evde hazırlanacak ders.
s. ev gibi, rahat.
i. adam öldürme, katil; adam öldüren kimse, katil. homicid'al s. adam öldürme kabilinden.
s. vaızlara veya vaız hazırlanmasına ait. homiletics i. vaız verme sanatı veya ilmi.
i. vaız veya hitabe; sıkıcı veya yorucu nasihat. homilist i. vaız veren kimse, nasihat eden vaiz.
posta güvercini.
s. insan gibi, insansı.
i. mısır lapası.
(çoğ. Homines) i., zool. insan familyası. Homo sapiens insan. homo faber antrop. ilk defa alet kullanmaya başlayan insan. homo ludens insan oğlunun hayattan zevk alabilme yönü. homo önek benzer, gibi, tıpkı.
s. merkezleri bir olan.
s., bot. erkek ve dişi organlan aynı zamanda olgunlaşan.
i., bot. erkek ve dişi organların aynı zamanda olgunlaşması; biyol. benzerlerin çiftleşmesi.
s. aynı. cinsten olan, cinsteş, mütecanis, tek türlü, türdeş.
f. mütecanis hale getirmek; homojenize etmek; dövüp kıvamına getirmek. homogeniza'tion i. mütecanis hale getirme. homogenizer i. mütecanis hale getiren şey.
i., biyol. aynı soydan gelme sonucunda görülen yapı benzerliği. homogenous s. yapı itibarıyle bir birine benzeyen.
s. birbirine benzer veya birbirine eşit homolog'ical s. birbirine eşit, müsavi; birbirine benzer, benzeş, müşabih homology i. benzeşim, benzeyiş; eşitlik.
i. yapı, değer veya durum itibarıyle aynı olan, homolog.
i. eşsesli, anlamları ayrı olmakla beraber telaffuzlan bir olan kelimelerden her biri; adaş. homonym'ic, homon'ymous s. telaffuzlan bir olan homon'ymy i. telaffuzlan bir olma.
s., i. homoseksüel (erkek).
i. eşsesli.
i., s. cinsel sapık; s. cinsel sapıklıkla ilgili, homoseksüel. homesexual'ity i. homoseksüellik. Hon. kıs. Honorable; k.h. honorably, honorary.
i. Honduras.
i., f. ince bilegi taşı; ustura bilemeye mahsus taş; f. bilemek.
s. dürüst, hilesiz, doğru sözlü, açık kalpli; namuslu; güvenilir. turn an honest penny namusuyla para kazanmak. honestly z. sahiden, gerçekten; dürüstlükle, hilesizce.
i. doğruluk, dürüstlük, namusluluk, iffet, namus; bot. gözlükotu. Honesty is the best policy. Dürüstlük en iyi yoldur. Doğru yoldan şaşmamalı.
i., f. bal; tatlı şey, tatlılık; sevgili; canım; f. bal ilâve ederek tatlılaştırmak; tatlı dil kullanmak. honey bread bot. keçiboynuzu. honeyed s. tatlı, yumuşak (dil).
i. bal arısı, zool. Apis mellifera.
i., s., f bal peteği; s. peteğimsi; f. petek şekline koymak, delikleraçmak.
i. bazı bitkilerin yapraklannda bulunan tatlı özsu; bazı ufak böceklerin salgısı olan tatlı sıvı; pekmezle ıslatılan bir çeşit tütün; bal gibi tatlı olan herhangi bir şey. honeydew melon kavun, şamama.
i. balayı.
i. hanımeli, bot. Lonicera caprifolium.
s. bal gibi tatlı.
i. arıçiçeği, bot. Cerinthe retorta; tüylü yoğurtotu, bot. Galium cruciatum.
i. Çin'de fabrika veya imalathane.
Hong Kong.
i., f. yabani kaz sesi; klakson sesi; f. kaz sesi; çıkarmak; klakson çalmak.
, honky i., asağ. beyaz kimse.
i., A.B.D, argo gürültülü ve pis bir taverna.
, İng. -our f. şeref vermek, hürmet etmek, saygı göstermek; kabul edip karşılığını ödemek (bono, çek). honor a debt borcunu ödemek.
, İng. -our i. onur, şeref, itibar, saygıdeğerlik; şöhret, nam, ün; şeref kaynağı, yüz akı; imtiyaz, ayrıcalık; namus, iffet; yargıçlara verilen ünvan; derslerinde üstün başarı gösteren üniversite veya kolej öğrencilerine verilen şeref payesi; iskambil oyunlarında en yüksek dört veya beş koz. honor system bazı okullarda kişilere güvenerek onların gözetim altında olmadan kurallara uyup ödevlerini yerine getirmelerini sağlayan yönetim sistemi; dükkanda müşterinin hesabını kasaya para atarak kendi kendine ödeme usulü. honors of war şartlı teslim olan düşmana tanınan hak. bound in honor namus borcu saymakta. code of honor ahlâk kuralları. do honor to şereflen- dirmek, şeref kazandırmak, hürmet göstermek. do the honors hürmet göstermek; misafir ağırlamak, ikram etmek. He is an honor to his profession. Mesleğine şeref kazandırır. in honor of şerefine. last honors cenaze merasiminde ölüye karşı gösterilen hürmet. maid of honor nedime.May I have the honor? Şerefine nail olabilir miyim? upon my honor şerefim uzerine; namusum üzerine. word of honor şeref sözü. Your Honor, His Honor yargıç veya belediye başkanına hitap şekli.
s. şerefli, itibarlı, namuslu; muhterem; sayın; şeref verici; asaletli (yüksek rütbe sahiplerine denir). honorable mention mansiyon, teselli mükafatı. Right Honourable İngiltere'de bir asalet unvanı. honorableness i. şeref, itibar. honorably z. şerefle.
i. ücret, serbest meslek sahibine hizmet karşılığında verilen para.
s. fahri, ücretsiz; şerefe ait. honorary degree şeref payesi. honorary office fahri görev.
s., i. ululama ile ilgili;i. tazim tabiri, şeref payesi. honour bak. honor.
i., A.B.D, eski, argo içki.
i., f. kukulete, başlık; kukuleteye benzeyen herhangi bir sey; A.B.D, oto. motor kapagı; şahinin başına geçirilen göz bağı; üniversitelerde rütbe göstermek için pro- fesörlerin cüppelerine takılan başlık şeklindeki parça; A.B.D, argo hayta; f. kukulete giydirmek, örtmek; gözünü bağlamak. hooded s. başlıklı. hooded crow leş kargası, zool. Corvus cornix. hood sonek durum, nitelik veya örnek belirtir: hardihood i. dayanıklılık, yiğitlik. knight hood i. şövalyelik.
i. sokak serserisi, kabadayı.
i., f. büyü; k.dili uğursuz kimse veya şey; f., k.dili uğursuzluk getirmek.
f. gözlerini bağlamak; aldatmak, göz boyamak.
i., ünlem, A.B.D, argo saçma şey, zırva; saçmalık; ünlem Saçma !
i. (çoğ. hoofs, hooves) f. toynak; toynaklı hayvan ayağı; toynaklı hayvan; f. tekmelemek, tepmek, çifte atmak; gen. it ile, k.dili yaya gitmek, taban tepmek: dans etmek. on the hoof ayakta, sağ, kesilmemiş (hayvan).
i. toynak patırtısı.
s., bayt. tırnağı sıkışmış, sakat tırnaklı.
i. toynak izi.
i. kanca, çengel; kopça; orak; çengel gibi kıvrılmış şey; akarsuyun çengel şeklinde kıvrılan kısmı. hook and eye erkek ve dişi kopça. hookandladder company itfaiye teşkilatı. hook, line and sinker k.dili tamamen, olduğu gibi: He swallowed my story hook, Iine and sinker Masalımı olduğu gibi yuttu. by hook or by crook herhangi bir vasıta ile, doğruluk veya hile ile. off the hook (sıkıntıdan, sorumluluktan) kurtulmuş, ferahlamış. on my own hook kendi başıma, kendi kendime.
f .,cengel ile yakalamak, tutmak, çekmek, bağlamak; ucu çengelli olta ile balık tutmak; çengel şekline sokmak, çengel şeklinde bükmek; tos vurmak; argo çalmak, aşırmak; kanca şeklini almak; takılmak, asılmak. hook up kancayla bağlamak; birleştirmek. hook up with argo ile ilişki kurmak; ile evlenmek.
, hooka i. nargile.
s. çengelli; çengel şeklinde; çalınmış; argo müptela, düşkün; argo evlenmiş, evli. hooked rug tığ ile örülmüş halı.
i. tek direkli balıkçı gemisi; eski veya hantal gemi; argo bir bardak sek viski; argo fahişe, orospu.
s. gaga burunlu.
i. birkaç cihaz veya elektrik devresinin birbirine bağlanması; k.dili ilişki, bağlantı; birkaç radyo istasyonunu birleştirme.
i. ince bağırsaklarda bulunan azı kancalı bir çeşit solucan, kancalı kurt, zool. Ancylostoma. hookworm disease tıb. bu solucandan ileri gelen hastalık.
i., k.dili mektep kaçağı. play hooky mektepten kaçmak, slang okulu asmak; kaçamak yapmak.
i., k.dili sokak serserisi.
i., f. ,çember, kasnak; ,çocuklann oyuncak çemberi; eskiden kadınların eteklerinin içine geçirilen çember; çember şeklinde herhangi bir şey; f. çemberlemek, çemberle bağlamak. hoop skirt içine ,çember geçirilmiş etek.
i., A.B.D, argo gürültü, heyecan.
i. çavuşkuşu, ibibik, hüthüt, zool. Upupa epops.
i., A.B.D, argo hapishane.
i., s., A.B.D İndiana eyaleti yerlisi; s. İndiana ile ilgili.
f., i. ötmek (baykuş), baykuş gibi ötmek; yuha çekmek; i. baykuş sesi; bağırma; yuhalama; İng., argo güldürücü şey. hoot owl baykuş. not worth a hoot k.dili beş para etmez. hooter i. fabrika düdüğü.
i., A.B.D, argo İndonezya'da saz damlı ev; ev.
, hootenanny i. halk şarkıları gösterisi; k.dili şey.
f., İng. elektrikli süpürge ile temizlemek. hooves bak. hoof.
i., f. (-ped, -ping) şerbetçiotu, bot. Humulus lupulus; f. şerbetçiotu yetiştirmek veya toplamak.
f. (-ped, -ping) i. sıçramak, sekmek, seke seke yürümek; oynamak, zıplamak, dans etmek; üzerinden atlamak; sıçratmak, sektirmek; k.dili binmek; i. sıçrama, zıplama, sekme; uçak seferi. hop it İng., argo gidivermek.
i., f. ümit, umut; f. ümit etmek, ummak, beklemek. hopeless s. ümitsiz; ümit vermeyen. hope chest çeyiz sandığı. hoping against hope ümidini kesmeyerek, güvenini sarsmayarak. in hopes ümidi ile.
s. ümitli, ümit verici. hope fully z. ümitle, ümit verici bir şekilde; k.dili inşallah. hopefulness i. ümit verici durum.
i. eski Yunanistan'da ağır zırhlı piyade askeri.
i. cüce.
i. sıçrayan kimse veya şey; sekerek yürüyen kimse; pire gibi sıçrayan böcek; silo, sarpın; gemi yüklemek veya boşaltmak için kullanılan dibi açılır büyük kova.
bak. hobble.
i. bir cins çuval bezi.
i. seksek oyunu.
, horary s. saatlere ait; saatte bir olan; bir saatlık.
i. horda, göçebe aşiret; kalabalık; güruh. Golden Horde Altınordu.
, hoarhound i. köpekayası, kavkas, bot. Marrubium vulgare; bu bitkiden çıkanlan öz veya bu öz ile yapılan şeker.
i. ufuk, çevren; mec. fikir ufukları; astr. ufuk dairesi. apparent horizon görünen çevren.
s., i. yatay, ufki, ufka para!el, ufka ait; i. yatay düzlem veya çizgi. horizontally z. yatay bir şekilde, ufki olarak.
i. hormon.
i. boynuz; boynuz şeklindeki herhangi bir sey; müz boru; eyer kaşı; klakson, korna. horn of plenty bolluk, bolluk sembolü. horns of a dilemma birinin seçilmesi icap eden iki müşkül şık, bak. dilemma. blow one's own horn böbürlenmek. draw in one's horns korkup geri çe kilmek, geri durmak, colloq. yelkenleri suya indirmek. drinking horn boynuzdan yapılmış bardak. French horn müz. korno, hunting horn av borusu. take the bull by the horns cesaretle bir işe girişmek.
f. boynuz koymak, boynuz şekli vermek; tos vurmak. horn in argo bir işe burnunu sokmak.
i. gürgen, bot. Carpinus betulus.
i.tropikal Asya ve Afrika'da bulunan iri gagalı bir kuş, zool. Bucerotidae.
i., min. hornblent, doğal aluminyum, kalsiyum, magnezyum ve demir silikatından meydana gelen koyu renkli bir amfibol çeşidi.
i. eskiden kullanılan ince ve şeffaf boynuzla kaplı levha şeklinde çocuk alfabesi.
s. boynuzlu; uçları boynuz gibi sivri olan. horned owl kulaklı orman baykuşu. horned pout boynuzlu bir çeşit tatlı su balığı. horned toad üstü boynuz gibi kemikli bir çeşit kertenkele. horned viper boynuzlu ve çok zehirli bir cins engerek
i. büyük eşekarısı, zool. Vespa crabo. stir up a hornet's nest belâyıaramak.
i. Gal eyaletine özgü klarnete benzer eski bir çalgı; eskiden gemicilere özgü oynak bir dans; bu dansa ait havalar
i. çakmaktaşına benzer bir taş.
s. boynuz gibi; boynuzdan veya boynuza benzer bir maddeden yapılmış; boynuzlu; argo şehvetli. hornyhanded s. elleri nasırlanmış.
i. vakti gösteren alet, saat. horol'oger i. saatçi, usta saatçi. horol'ogy i. vakit ölçme ilmi; vakit ölçen aletler yapma sanatı. horolog'ica1 s. bu sanata ait.
i. zayiçe. cast a horoscope zayiçesine bakmak.
i. yıldızlara bakarak kehanette bulunma sanatı.
s. korkunç, müthiş, dehşet verici. horrendously z. korkunç bir şekilde, dehşet saçarak.
s. müthiş, dehşetli, korkunç, iğrenç; k.dili aşırı. horribleness i. korkunçluk, dehşet. horribly z. korkunç bir şekilde, iğrenç olarak; k.dili müthiş bir şekilde; çirkin olarak; çok, pek çok.
s. korkunç, iğrenç; k.dili kötü, çirkin, berbat. horridly z. korkunç bir şekilde. horridness i. igrençlik, korkunçluk.
f. dehşet vermek, korkutmak. horrif'ic s. dehşetli, korkunç. horrifica'tion i. dehşete düşürme; dehşet verici şey.
i. dehşet, yılgı, korku; nefret, tiksinme, istikrah; dehşetli veya korkunç şey. the horrors k.dili dehşet veya korku buhranı; çok içki içenlerde bazen görülen korku nöbeti.
, horrorstricken s. korku veya dehşetten do- nakalmış.
Fr. savaşamaz halde, savaş dışı.
Fr. ordövr, çerez, meze.
i. at, beygir; aygır; at familyasından hayvan; süvari birliği; kasa (jimnastik); A.B.D, argo öğrencilerin derslerde gizlice kullandıklan çeviri veya benzeri yardımcı şey; A.B.D, argo eroin. horse bean bakla. horse chestnut atkestanesi, bot. Aesculus hippocastanum. horseless carriage eski otomobil. horse mackerel istavrit; orkinos, tonbalığı. horse opera A.B.D, argo kovboy filmi, kızılderililer veya davar hırsızlanyla ilgili filim. horse sense k.dili sağduyu. a horse of another color tamamıyle farklı bir konu. blood horse saf kan at, soy at. draft horse yük beygiri. gelded horse iğdiş edilmiş at. led horse yedek beygir. light horse hafif süvari askeri. near horse arabanm sol beygiri. off horse arabanın sağ beygiri. put the cart before the horse tersine iş görmek; aksini düşünmek. race horse yarış atı. ride a high horse büyükIük taslamak. straight from the horse's mouth en yetkili ağızdan öğrenilmiş. To horse! Ata bin! horsy s. ata ait; at yarışlarıyle ilgili; argo iri, kaba saba görünüşlü, at gibi.
f. ata bindirmek; at tedarik etmek; kamçılamak; sırtına binmek; ata binmek; A.B.D, argo eşek şakası yapmak; oynamak.
i., z. at sırtı; z. at sırtında, ata binerek. on horseback ata binmiş, at üstünde, beygirle.
i. binektaşı.
i. at terbiyecisi.
i. atlı tramvay.
i. at çulu, haşa.
i. hamut.
i. at satıcısı, cambaz.
i., argo saçmalık.
i. at eti; at sınıfı.
i. atsineği.
i. at kılı; at kılından dokunmuş kumaş.
i. kaba kahkaha.
i. at kenesi, zool. Haemopsis sangui sorba.
i. binici; süvari. horsemanship i. binicilik.
i. eşek şakası; hoyratlık.
i. at sulama veya yıkama havuzu.
i., mak. beygirgücü.
i. yabanturpu, bayırturpu, yabani lahana, acırga, karaturp, bot. Armoracia lapathifolia. horseradish tree banağacı, bot. Moringa.
i. at nalı; nal şeklinde şey; çoğ. nal ile oynanılan oyun.
i. at kuyrugu; Osmanlılarda tuğ; kırkkilit, atkuyrugu, bot. Equisetum arvense.
i., f. kamçı, kırbaç; f. kamçılamak.
i. ata iyi binen kadın. hort. kıs. horticulture.
, hortatory s. nasihat verici, nasihat yollu; teşvik edici, gayret verici, yüreklendirici.
i. bahçıvanlık, bahçecilik, çiçekçilik. horticul' tural s. bahçıvanlığa ait. horticul'turist i. bahçecilik uzmanı.
ünlem, i. hamdolsun, Allaha şükür, osanna; i. şükretme.
i. (coğ. hose) çorap; eski zamanlarda dar ve kısa pantolon. half hose kısa çorap, şoset.
i. (coğ. hoses) f. hortum; tulumba hortumu; f. hortumla sulamak veya ıslatmak. hose company itfaiye teşkilatı.
i., İng. çorapçı, çorap satıcısı. hosiery i. çoraplar; çorap fabrikası; dokuma, mensucat; mensucat fabrikası.
i. özellikle rahipler tarafından idare edilen misafirhane; darülaceze.
s. konuksever, misafirperver; açık fikirli, yeni fikirleri kabule hazır. hospitably z. misa firperverlikle.
i. hastane; eski darülaceze.
i., İng. bazı Londra hastanelerinde baş rahip.
i. konukseverlik, misafirperverlik.
f. hastaneye yatırmak. hospitaliza'tion i. hastaneye yatırma; A.B.D hastane sigortası.
i. Eflak ve Buğdan prensi, voyvoda.
i. kalabalık, çokluk; eski ordu.
i. bazı Hıristiyan kiliselerinde Aşayı Rabbani ayininde takdis edilen ekmek, okunmuş ekmek.
i., f. evsahibi (erkek); mihmandar; otelci, hancı; bir asalağı besleyen hayvan veya bitki; f. ev sahibi olarak eğlendirmek.
i. rehine, tutak.
i. bisiklet turuna çıkan veya yürüyerek seyahat eden gençlerin kaldıkları han; talebe yurdu.
i., eski han, otel.
i. evsahibesi; garson kadın; konsomatris; hostes.
s. düşmana ait; düşmanca, düşmanlık gösteren, saldırgan. hostilely z. düşmanllkla.
i. düşmanlık, husumet, çoğ. savaş, çarpışmalar.
, ostler i. seyis.
s. (-ter, -test) sıcak, kızgın; acı, yakıcı (biber vb); şiddetli, sert, hararetli; hiddetli; yüksek gerilimli akım taşıyan (tel); tehlikeli miktarda radyoaktivite ihtiva eden; yakın; yeni, taze (haber vb); polisçe aranmakta olan; kızışmış, şehvetli; A.B.D, argo çalınmış veya kaçak (mal); müz.,, argo heyecanla ve irticalen çalınan. hot air argo boş laf, martaval, atmasyon; abartma. hot dog k.dili sosis, sosisli sandviç. hot line direkt telefon hattı. (özellikle devlet başkanları arasında); her zaman cevap veren imdat te lefonu; dinleyicilerden gelen telefon konuş- malannı ihtiva eden radyo programı. hot pants çok kısa kadın şortu. hot plate portatif soba; sıcak yemek. hot pot İng. güveç. hot rod A.B.D., argo hızlı gidebilecek şekilde yenilenmiş otomobil. hot seat A.B.D., argo elektrikli sandalye; sıkıcı durum. hot spring kaplıca. biow hot and cold hem lehinde hem aleyhinde bulunmak. get hot ısınmak; kızmak, öfkelenmek. get into hot water başını belaya sokmak. make it hot for one bir kimseyi rahatsız etmek, sıkıştırmak. sell like hot cakes kapışılmak. hotly z. heyecanla, ateşli olarak.
i. limonluk gibi cam altında bulunan gübreli toprak; (fesat, kötülük, huzursuzluk) kaynağı veya yuvası.
s. hiddetli, kan beynine sıçramaya hazır. hotch pot, hotchpotch bak. hodgepodge.
i. otel.
z., i., k.dili aceleyle; i. birinin ayakkabı tabanı arasında kibrit yakarak yapılan eşek şakası.
i. öfkeli kimse, çabuk kızan kimse.
i. limonluk, ser.
i., f. ısıyla işleyen cilalama makinası; f. bu makina ile cilâlamak.
i. atılgan veya çabuk öfkelenen adam.
i. Hotanto; bu kabile'nin dili; mec. kara cahil kimse.
i., f. tazı, av köpeği; fig. it; tavşan tazı oyununda tazı; müptela kimse, alışkın kimse,... düşkünü; f. tazı ile ava gitmek; peşini bırakmamak, takip etmek, izlemek; kışkırtmak, tahrik etmek. follow veya ride the hounds at üstünde tazılarla avlanmak.
i. köpekdili, bot. Cynoglossum.
i. saat; vakit zaman; bir saatiik yol; astr. ekvatorda on beş derecelik mesafe. hour circle astr. gök kutuplarından geçen büyük daire, saat dairesi. hour hand akrep (saat). after hours çalışma saatlerinden sonraki zaman. an idle hour boş vakit. at the eleventh hour geç vakitte, son dakikada. eighthour day sekiz saatlik iş günü. hero of the hour günün kahramanı. His hour has come Ceza veya mükafat saati gelmiştir. in an evil hour uğursuz saatte. keep good hours vaktinde eve gelmek; erken yatmak. long hours uzun çalışma saatleri. office hours çalışma saatleri, mesai saatleri. on the hour tam vaktinde; saat başında. sidereal hour yıldız hareketiyle tayin olunan saat. the question of the hour günün meselesi. the small hours gece yarısından sonraki ilk saatler.
i. kum saati.
i. huri, cennet perisi.
z., s. saatte bir; s. her saat başı vuku bulan.
i. ev, mesken, hane; ev halkı, aile; kil. piskoposlar meclisi; tiyatro, tiyatro seyircileri; hükümet meclisi; gen. b.h. hanedan; ticarethane, müessese; cemaat; astr. göğün on iki kısmından biri, zodyak'ın bir burcu; santranç hanesi. house agent İng. ev simsarı, komisyoncu. house arrest evde göz hapsi. house dog ev köpeği. house dress i. ev kıyafeti. house flag geminin bağlı olduğu şirketin bayrağı. house guest gece yatısı misafiri. house of cards dayanıksız iş; kolay yıkılan şey. House of Commons İng. Avam Kamarası. house of correction ıslahevi. house of detention tutukevi, tevkifhane. house of God tapınak, kilise. house of ill repute genelev. House of Lords İng. Lordlar Kamarası. house of refuge düşkünler evi. House of Representa- tivesA.B.D Temsilciler Meclisi. house party birkaç gecelik ev partisi: bu partiye katılanlar. house physician revir doktoru. house regulations iç tüzük. house surgeon nöbetçi operatör. bring down the house çok alkışlanmak; herkesi güldürmek, gülmekten kırıp geçirmek. country house İng. şehir dışında malikâne. disorderly house genelev, umumhane. keep house ev idare etmek. keep open house her gelen misafiri ağır- lamak, kapısı herkese açık olmak. like a house afire şiddetle, kuvvetle. on the house bedava, masrafı patrona veya müesseseye ait olmak üzere. People who live in glass houses should not throw stones. Sırça köşkte oturan başkasına taş atmaz. public house İng. meyhane; içkili lokantası olan otel. put one's house in order işlerini düzene koymak. shout from the housetops etrafa yaymak. town house şehir evi, kışlık ev. houseful i. ev dolusu.
f. bir eve koymak, kendi evine almak; yerleştirmek; den. siper altına almak, aşağı indirmek; evde oturmak, barınmak.
i. yüzen ev.
i. uşak, erkek hizmetçi.
i. ev soyan hırsız.
s. dışarıda veya belirli bir yerde pislemeye alıştırılmış (köpek, kedi); halim selim, munis.
i. ev temizliği; pol. temizlik, ayıklama.
i. uzun etekli entari, sabahlık.
i. karasinek, zool. Muscadomestica.
i., s. ev halkı, aile; s. eve ait; evcil. household word her gün kullanılan kelime. householder i. aile reisi, evsahibi.
i. evde kâhya kadın, ev işlerine nezaret eden kadın.
i. damkoruğu, kayakoruğu, bot. Sempervivum tectorum.
i. tiyatro salonundaki ışıklar.
i. orta hizmetçisi. housemaid's knee tıb. dizkapağı iltihabı.
i., İng. yatılı okulda bir binayı idare eden öğretmen.
i. kız talebe yurdunda idare memuru kadın.
i. bir evde barınacak yer.
i. dam.
i. özellikle mutfakta kullanılan ev eşyalan, kap- kacak.
i. yeni eve taşınanlar tarafından dostlanna verilen ziyafet.
i. ev hanımı; İng. dikiş kutusu.
i. ev işi.
i. haşa, belleme.
i. iskân; evler; barınacak yer; bir makinanın kısımlarını yerinde tutan çerçeve veya levha. housing problem mesken sorunu. housing project site.
bak. heave.
i. açık ağıl; harap kulübe mezbele, ahır gibi ev.
f., i. fazla hareket etmeden üzerinde ve etrafında uçmak; etrafında dolaşıp durmak; tereddüt etmek, sallanıp durmak; havada durabilmek için hareket ettirmek (kanat); i. etrafında dolaşıp durma. hoveringly z. tereddüt ederek.
, Hovercraft i. tazyikli hava üzerinde karada ve denizde gidebilen pervaneli bir taşıt.
z., i. nasıl, ne, ne suretle, ne gibi, ne kadar, ne derecede, ne halde, ne maksatla; niçin; i. yapma tarzı. How about it? Ne dersiniz? How are you? Nasılsınız? How do you do? Nasılsınız? How goes it? How is it going? Ne var ne yok? Ne âlem desiniz? İşler nasıl? How now? How then? eski Bu da ne demek? How so? Niçin? Nasıl olabilir? a fine veya pretty how do you do sıkıntılı bir durum; yüz karası bir durum. Show me the hows and the whys of it. Bana işin sebeplerini anlatın.
z., eski bununla beraber, mamafih.
i. mahfe; fil veya deve sırtında taşınan tenteli taht.
ünlem, A.B.D, k.dili merhaba.
z. mamafih, bununla beraber, ama, fakat.
i., ask. obüs, havan topu.
f., i. ulumak; inlemek, feryat etmek; kahkaha atmak; i. uluma; inleme, inilti, feryat. howl down yuhalayarak kürsüden indirmek, yuhalayarak susturmak. howling dervish Rufai dervişi. howling monkey Güney Amerika'ya mahsus uzun kuyruklu ve uluma sesi çıkaran bir cins maymun. a howling success büyük başarı. a howlinq wilderness çöl, ıssız çöl veya kırlar.
i. havlavan hayvan, bağıran kimse veya hayvan: argo gülünç hata, budalaca yanlışlık.
z. her ne derecede, her ne kadar, her nasıl olursa olsun.
i. direksiz veya tek direkli mavna veya duba.
ünlem Hey! (dikkat çekme ünlemi); Ho ! (hayvanları uzaklaştırma ünlemi).
, hoiden i. kaba ve arsız kız, erkek Fatma. hoydenish s. arsız kız tavırlı.
i. bir salon oyunları ansiklopedisinin ismi. according to Hoyle kurallara uygun, doğru olarak. HP., HP, h.p. kıs. high pressure, horse- power HQ kıs. Headquarters. HR kıs. House of Representatives. hr. kıs. hour.
Alışveriş Sepetiniz